Bir insanın nasıl zahiri bedeni var ise birde manevi boyutu manevi yönü vardır. Nasıl gön gözümüz varsa, basiret gözümüz de vardır. Nasıl lisanımız varsa, basiret lisanımız vardır, nasıl elimiz, ayağımız varsa, basiret elimiz, basiret ayağımız da vardır. Yani basiret vücudumuz vardır. Allah-u Teâlâ Hazretleri; “Benim evliyamı toprak yiyemez” buyuruyor. Sizce neden? Çünkü o kişi Allah’ı zikrederken bütün vücudu da zikre katılır. Zikir esnasında tüm vücudu nurlanır. O’nu toprak yiyemez, O’nu çürütmeye gücü yetmez. O mübarekler gözlerini yumup, zikir yaptığı zaman, karlama oluşur, tıpkı televizyon karlaması gibi. Biraz daha zikre devam ederse, karşısında sarık görür, kaş görür, göz görür, burun görür, derken, bir de bakar ki şeyhi karşısında duruyor. Şeytanı da görebilir, tayfayı cinni de. Çünkü manevi aynası açılmıştır artık. İşte bu da manevî hâldir. Peki, hâli açılan bir insan, bunun şeytanî mi, rahmanî mi olduğunu bilebilmek için ne yapabilir?
Doğruca bir üstad bulup gidip, durumunu anlatır:
─Bende şu hâl var, der,
Üstadı da ona:
─Hıfzıhuma vehüvel aliyyül azim de. Böyle dediğin zaman hâlin şeytani ise kaçar, tayfayı cin kaçar. Eğer gördüğün hâl rahmani olursa, kalır, diye telkinde bulunur, ona yön verir, istikamet çizer.
Basiret gözünün açılması, hal görülmesi haktır. Şöyle ki İslam devletinin o dönemde halifesi olan Ömer İbni Hattab (ra), Medine’den, Nihavend’de bulunan Sâriye (ra) komutasındaki ordunun durumunu görüp; “Ey Sâriye dağa yönel” diye emir verip. Sesini duyurması ve Fatih Sultan Mehmet Han’ın, İstanbul’u fethettikten sonra, Ayasofya’da, namaza başlarken, üç sefer tekbir getirip, Kâbe’yi gördükten sonra namaza başlaması gibi örnekler basiret gözü ile görmenin hak olduğuna delilidir. Bu Allah’ın kuluna bir lütfudur.
Kişi zaman içerisinde Beytullah’ı, Ravzay-ı Mudahharayı görür. Rasulullah Efendimiz’i (sav) görür. Üstadını görür, evliyayı görür, kabir hâlini görür. Ancak, bu hâller “Nefs-i Mutmainne“ makamına gelince başlar.
Cenab-ı Zülcelâl Hz.leri Nefsi Mutmain makamına geldiğinizde, basiretinizi açar. Kabir haline vakıf olursunuz. Dervişler çalışır, Kur’an ve sünnete uyar, Üstadının söylediklerini tutarsa zamanla nefis mertebelerini geçer. Nefsi Mutmainneye ulaşır. Burada Kabir hali ona ayan olur. Hangi kabre varsa onunla görüşür, sohbet eder. Onlardan dua alır.
Sözü dinleyip en güzeline uyanları müjdele! Onlar, Allah’ın doğru yola ilettiği kimselerdir. Onlar akıl ve basiret sahipleridir.” (Zümer /18) Nazargahı ilahi kalptir. Allah (cc) kalbe nazar eder. Şekle, soya, saça, sakala, sarığa, cübbeye, bakmaz. Kimin kalbi güzel ise ona bakar.
“Yerlere göklere sığmam mümin kulumun kalbine sığarım” buyuruyor.
Kalp bu nurlarla süslenip aydınlandığında, Nefs-i Mutmainne makamına gelinir. Ayet-i kerimede; “Ey huzura kavuşmuş nefis! Sen Ondan hoşnut, O da senden hoşnut olarak Rabbine dön. Seçkin kullarım arasına katıl ve cennetime gir” (Fecr 27/30) buyuruluyor. İşte burada İlme’l-Yakin’den Ayne’l-Yakin’e geçer, onun basiret gözü açılıp keşf verilir. Bu makama geldiğinde Rasulullah (sav) Efendimizi görür ve onda fani olur.
Yani, Nefs-i Mutmainne alameti olan mor nurun kalbe yansıması durumunda mürid, “İlme’l-Yakin” mertebesinden “Ayne’l-Yakin” mertebesine geçer. Bundan sonra zikri geçen ayetteki İlahi hitaba erişir.
Bu Mutmainne makamına gelen bir kimseye bizzat Allah-u Teâlâ, hitab ederek:“Kulum, ben, senden razıyım” buyurur. İşte bu makamda Salik Üstadına yaşadıklarını bildirmelidir ve Üstadı da onu Şeriat edeplerine uymaya yönlendirmelidir ki, mürid bu hitabı duyunca: “Artık benim işim tamam oldu, maksadıma ulaştım”, gibi evham vadisine düşmesin. Zira böyle hareket edilmezse, sapıtma meydana gelir. Nitekim bu makama gelen bir kısım insanların saptıkları görülmüştür.
Hulasa; keşfi bilgilere ulaşmak için bahsedilen hususlara riayet neticesinde İlahi hitaba nail olunduğu takdirde, Şer’i edeple edeblenildiği sürece, kul doğru yol üzeredir. Bunun sonunda ise, saadetli hayatına yetişemediği o Âlemlerin Efendisini ruhen görmeye muvaffak olur. O’nun ruhaniyetiyle olan beraberlik neticesinde artık mürid O’ndaki seçkin vasıflarla vasıflanarak, olgunlaşmaya doğru gider.
İşte derviş kabir haline vakıf olunca basiret gözü ile bakar ve o halleri görür buna gönül gözü denir. Rabbim dilediğine bu gözü verir, dilediğine vermez. Bu göz sayesinde insan hakikati görür, isteyene verilmez. Verilen de çok imtihan olur.
Site Arama
20120316
Kalp Gözünün Açılması..
Gönül penceresinin, uyumadan ve ölmeden melekût âlemine açılmayacağı zannedilmemelidir. İşin hakikati bu değildir; belki, uyanıklık halinde bile bir kimse, nefsini riyazete (az yemek, içmek) alıştırır; kalbini gazap, şehvet ve kötü huylardan temizler; ıssız bir yerde oturur; gözlerini yumar, duyularını çalıştırmaz; kalbiyle melekût âlemi arasında münasebet kurar; daima ALLAH'ı anıp sadece diliyle değil, kalbinin içinden ALLAH, ALLAH der ve bu hâl, ALLAH'tan başka herşeyden ve hattâ kendinden bile habersiz olacak mertebeye varırsa, gönül penceresi açılır ve başkalarının uyku halinde gördüklerini o, uyanıklık halinde görür. Yerdeki ve gökteki melekût ona açılmaya başlar.
Kendisine bu yol açılan kimse, her türlü tarif ve ifadeye sığmayan büyük haller görür.
Resûlüllah sallALLAHû aleyhi ve sellem'in buyurduğu:
"Yeryüzü benim için toparlandı, doğusunu batısını gördüm." hadîsi şerifi, ALLAH Teâlâ'nın buyurduğu:
"Yakînen bilenlerden olması için İbrahim'e göklerin ve yerin hükümdarlığını şöyle gösteriyordu." (En'âm sûresi, âyet: 75) âyet-i kerîmesi bu hâli beyân ediyor. Belki bütün peygamberlerin ilmi, duyular ve öğretim yoluyla değil, bu yol ile idi. Hepsinin başlangıcı mücahededir. Bunun için ALLAH Teâlâ buyurur:
"Rabbinin adını an; herşeyi bırakıp yalnız O'na yönel!.." (Müzzemmil sûresi, âyet: ) Yani, bütün dünya meşgalesini bırak, her yönden kendini ALLAH'a havalet et, dünya ile uğraşma. ALLAH, işine kâfidir. Yine ALLAH Teâlâ buyurur:
"O, doğunun ve batının Rabbidir; O'ndan başka ilâh yoktur." (Müzzemmil sûresi, âyet: 9) Yani, O'nu vekil et, kalbini dünyadan temizle, insanlara karışma ve onlara gönül bağlama.
"Putperestlerin söylediklerine sabret, yanlarından güzellikle ayrıl" (Müzzemmil sûresi, âyet: 10) âyet-i kerimesinin anlamı da budur.
Bunlar tamamen mücahede yolunu ve riyazet tarzını öğretmektir.
Böylelikle kalp, insanların düşmanlığından, duyusal varlıklarla uğraşmaktan insanı temizler. Tasavvufçulann yolu budur ve peygamberliğin başlangıcı da budur. Öğretim yolu ile ilim öğrenmek ise, âlimlerin yoludur. Bu da büyük bir yol ise de, peygamberlik yoluna nisbeten basittir. Peygamberlerin ve velilerin ilmine nazaran az birşeydir. Zira peygamberlerin ve velilerin ilmi, insanların öğretmesi vasıtasıyla değildir. Belki, Hazret-i Hak ve Feyyaz-ı Mutlak tarafından onların kalbine taşar. Bu yolun doğruluğu bütün insanlara tecrübe ile malum ve aklî deliller ile sabit olmuştur. Eğer sen bu mertebeye erişmemişsen, bari bu yolun gerçekliğine inanıp bu üç derecenin birinden mahrum kalmamaya gayret et ki, bunun hakikatini inkâr edenlerden olmayasm. Zikr edilen ilimler, kalbin garip hallerindendir ve ancak bu mertebe ile insanın üstünlüğü anlaşılır.
KİMYA-YI SAADET
İMAM GAZALİ
Kendisine bu yol açılan kimse, her türlü tarif ve ifadeye sığmayan büyük haller görür.
Resûlüllah sallALLAHû aleyhi ve sellem'in buyurduğu:
"Yeryüzü benim için toparlandı, doğusunu batısını gördüm." hadîsi şerifi, ALLAH Teâlâ'nın buyurduğu:
"Yakînen bilenlerden olması için İbrahim'e göklerin ve yerin hükümdarlığını şöyle gösteriyordu." (En'âm sûresi, âyet: 75) âyet-i kerîmesi bu hâli beyân ediyor. Belki bütün peygamberlerin ilmi, duyular ve öğretim yoluyla değil, bu yol ile idi. Hepsinin başlangıcı mücahededir. Bunun için ALLAH Teâlâ buyurur:
"Rabbinin adını an; herşeyi bırakıp yalnız O'na yönel!.." (Müzzemmil sûresi, âyet: ) Yani, bütün dünya meşgalesini bırak, her yönden kendini ALLAH'a havalet et, dünya ile uğraşma. ALLAH, işine kâfidir. Yine ALLAH Teâlâ buyurur:
"O, doğunun ve batının Rabbidir; O'ndan başka ilâh yoktur." (Müzzemmil sûresi, âyet: 9) Yani, O'nu vekil et, kalbini dünyadan temizle, insanlara karışma ve onlara gönül bağlama.
"Putperestlerin söylediklerine sabret, yanlarından güzellikle ayrıl" (Müzzemmil sûresi, âyet: 10) âyet-i kerimesinin anlamı da budur.
Bunlar tamamen mücahede yolunu ve riyazet tarzını öğretmektir.
Böylelikle kalp, insanların düşmanlığından, duyusal varlıklarla uğraşmaktan insanı temizler. Tasavvufçulann yolu budur ve peygamberliğin başlangıcı da budur. Öğretim yolu ile ilim öğrenmek ise, âlimlerin yoludur. Bu da büyük bir yol ise de, peygamberlik yoluna nisbeten basittir. Peygamberlerin ve velilerin ilmine nazaran az birşeydir. Zira peygamberlerin ve velilerin ilmi, insanların öğretmesi vasıtasıyla değildir. Belki, Hazret-i Hak ve Feyyaz-ı Mutlak tarafından onların kalbine taşar. Bu yolun doğruluğu bütün insanlara tecrübe ile malum ve aklî deliller ile sabit olmuştur. Eğer sen bu mertebeye erişmemişsen, bari bu yolun gerçekliğine inanıp bu üç derecenin birinden mahrum kalmamaya gayret et ki, bunun hakikatini inkâr edenlerden olmayasm. Zikr edilen ilimler, kalbin garip hallerindendir ve ancak bu mertebe ile insanın üstünlüğü anlaşılır.
KİMYA-YI SAADET
İMAM GAZALİ
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)