Site Arama

20120314

El-Alîm İsm-i Şerîfi...

El-Alîm (العَلِيمُ); her şeyin başlangıcını ve sonunu, gizli ve açığını bilen, yerde ve gökte, dünyada ve âhirette, şehadet ve gayb âleminde ilminden hiçbir şey saklı kalamayan, ezel ve ebed arasında bulunan her şeyi ezelî ve ebedî ilmiyle kuşatan Yüce Allah.[1] demektir.

Alîm, "bilgi sahibi", "çok bilen" anlamındadır.[2] Allah, her şey'i tam mânasıyla bilir. O her şey'in, içini, dışını, inceliğini, açıklığını, önünü, sonunu, başlangıcını, bitimini çok iyi bilendir.[3] Allah'ın bilgisine sınır yoktur. O, her şeyi bilir.[2] Olmuşları bildiği gibi, olacakları da aynı şekilde bilir. Onun için, olmuş - olacak, gizli - açık söz konusu değildir. Bunlar, insanlar hakkında geçerli olan mefhumlardır. İnsanların bilmesi nisbî ve ârızîdir. Allah'ın bilmesi ise, - bütün isim ve sıfatlarında olduğu gibi - zâtî'dir. Onun için O'nun bilmesinde dereceler bulunmaz.[3] Hiç bir şey ilminin dışında değildir.[2]

Allah, görünen ve görünmeyeni, gizli ve açığı, geçmişi, şimdiki zamanı ve geleceği ilmiyle kuşatandır. Hiçbir şey, O'na gizli-saklı kalmaz: [4]

وَعِنْدَهُ مَفَاتِحُ الْغَيْبِ لَا يَعْلَمُهَا إِلَّا هُوَ وَيَعْلَمُ مَا فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِ وَمَا تَسْقُطُ مِنْ وَرَقَةٍ إِلَّا يَعْلَمُهَا وَلَا حَبَّةٍ فِي ظُلُمَاتِ الْأَرْضِ وَلَا رَطْبٍ وَلَا يَابِسٍ إِلَّا فِي كِتَابٍ مُبِينٍ

«Gaybın anahtarları yalnızca O'nun katındadır. Onları ancak O bilir. Karada ve denizde olanı da bilir. Hiçbir yaprak düşmez ki onu bilmesin. Yerin karanlıklarında da hiçbir tane, hiçbir yaş, hiçbir kuru şey yoktur ki apaçık bir kitapta (Allah'ın bilgisi dahilinde, Levh-i Mahfuz'da) olmasın.» (Enâm Sûresi, 59) [5]

Yaratıklar, onun müsaade ettiği kadar bilgiye sahip olabilirler. Ötesini bilemezler. İnsanların bilgisi, tam ve mutlak değildir; istikbâli bilmekte tamamen acz içerisindedirler. Oysa Allah'ın bilgisi, mekânla kayıtlı olmadığı gibi zamanla da kayıtlı değildir. İnanan kimsenin Allah'ın Âlîm olduğunu bilmesi gereğince amel etmesi içindir. Kul, yaptığı her şeyin Allah tarafından bilindiğinin şuûrunu her an için hissetmeli ve ona göre davranmalıdır. Allah değil yaptıklarımızı, içimizden geçirdiklerimizi dahi bilmektedir.[2]

وَلاَ جُنَاحَ عَلَيْكُمْ فِيمَا عَرَّضْتُم بِهِ مِنْ خِطْبَةِ النِّسَاء أَوْ أَكْنَنتُمْ فِي أَنفُسِكُمْ عَلِمَ اللّهُ أَنَّكُمْ سَتَذْكُرُونَهُنَّ وَلَـكِن لاَّ تُوَاعِدُوهُنَّ سِرًّا إِلاَّ أَن تَقُولُواْ قَوْلاً مَّعْرُوفًا وَلاَ تَعْزِمُواْ عُقْدَةَ النِّكَاحِ حَتَّىَ يَبْلُغَ الْكِتَابُ أَجَلَهُ وَاعْلَمُواْ أَنَّ اللّهَ يَعْلَمُ مَا فِي أَنفُسِكُمْ فَاحْذَرُوهُ وَاعْلَمُواْ أَنَّ اللّهَ غَفُورٌ حَلِيمٌ

«(Vefat iddeti beklemekte olan) kadınlara kendileri ile evlenmek istediğinizi üstü kapalı olarak anlatmanızda veya bu isteğinizi içinizde saklamanızda sizin için bir günah yoktur. Allah biliyor ki siz onlara (bunu er geç mutlaka) söyleyeceksiniz. Meşru sözler söylemeniz dışında sakın onlarla gizliden gizliye buluşma yönünde sözleşmeyin. Bekleme müddeti bitinceye kadar da nikah yapmaya kalkışmayın. Şunu da bilin ki Allah içinizden geçeni hakkıyla bilir. Onun için Allah'a karşı gelmekten sakının ve yine şunu da bilin ki Allah gerçekten çok bağışlayandır, halimdir. (Hemen cezalandırmaz, mühlet verir).» (Bakara Sûresi, 235) [6]

Allah'ın zâtı, hiçbir mahlukuna benzemediği gibi ilmi de mahluk ilmine benzemez. Ezelî ilim ancak O'nundur ve O'na mahsustur. Olmuş ve olacak her şey O'nun ilminde daima hazırdır. Evveli ve âhiri olan ve her şeyi sonradan öğrenen insanoğlu, bu dar, kısıtlı ve sınırlı ilmiyle, Allah'ın ezelî ilminin varlığını bilse de hakikatini bilemez. İnsanın, iradesi gibi düşünmesi ve hatırlaması da cüzîdir. Bir anda iki şey düşünemez ve hatırlayamaz. Allah'ın ilmi ise küllîdir, "her şeyi birlikte bilir"; mutlaktır, "hiçbir kayıt altına girmez" ve muhittir, "her şeyi içine alır, ihata eder." Bu hakikat, Nur Külliyatı'nda "güneş" misaliyle çok güzel açıklanır:




Güneşin ziyası hangi sahaları kaplıyorsa, o sahadaki bütün varlıkları birlikte görür, hepsini beraber bilir ve her biriyle aynı anda beraber ilgilenir. Burada sıraya koyma söz konusu değildir. Güneşi şuurlu farz etsek ve ziyasına ilim desek, güneş bütün çiçekleri, ağaçları, yaprakları, otları, karıncaları, insanları ve daha nice varlıkları bir anda ve beraber bilir. Onun bilmesinde az-çok, büyük-küçük fark etmez. Yine Nur Külliyatında ilim konusunda enteresan bir ifade yer alır: "Fiilen bilmek" [7]




أَلَا يَعْلَمُ مَنْ خَلَقَ وَهُوَ اللَّطِيفُ الْخَبِيرُ

«Yaratan bilmez mi? O, en gizli şeyleri bilir, (her şeyden) hakkıyla haberdardır.» (Mülk Sûresi, 14) [8] âyet-i kerîmesi, bu "fiilen bilme"yi ders veriyor.




Bir misal: Selimiye camiinin mimarî özelliklerini biz de biliriz, Mimar Sinan da. Ama, onun bilmesi fiilîdir. O, Selimiye'nin minarelerini yapar, kubbesini çatarken, ilmiyle kudreti birlikte çalışmıştır. Bizim aynı şeyleri bilmemiz ise bundan çok farklıdır. Bizimkinde, yapılmış olanı sonradan öğrenme söz konusudur.




Her şeyi bilerek ve hikmetle yaratan Allah'ın, eşya hakkındaki ilmi ‘fiilî bir ilimdir,' mahlukatın ilmine benzemez.




İnsan kendisine ihsan edilen o cüzî ilmiyle Allah'ın Alîm ismini tanır. Her şeyin ilimle vücut bulduğunu, hikmetli ve mânâlı yaratıldığını anlar. Bir hayvan, kendi iç organlarından bile haberdar değilken, insanın bu kadar geniş bir sahada ilmiyle dolaşması, onun için büyük bir şereftir. Arzın halifesi olan insan, kendini okuduğu gibi, kendini okumaktan aciz mahlukları da okumakla vazifelidir.




Hadis-i şerifte, “bir saat tefekkürün bin yıl nafile ibadetten hayırlı” olduğu haber verilerek, ilmin bu ulvî şerefi nazarımıza sunulur. Bu şerefi hiçe sayarcasına, akıllarını sadece dünya menfaatlerini temin ve nefsin arzularını tatmin için sarf eden insanlar ne kadar zarardadırlar!? [7]

Allah'ın her şeyi biliyor olması, bize O'nun güçlü olduğunu gösterir. Fakat bizim için en önemlisi, şu an neler düşündüğümüzü, neler yaptığımızı ve yapacaklarımızı biliyor olmasıdır. Ve haliyle de bizlere düşen şey, O'nun kontrolünde olduğumuzun bilincinde hayatımıza çeki düzen vermektir.[9][10]

Cümle kâinatı insan için yarattığını, insanı da kendisine itaat ve ibadet etmeleri için yarattığını bildiren Mevlâ bu konuda daha çok insanları muhatap alıp zât-ı ilahisi ile insanlar arasındaki irtibatı bildiren mesajlara yer veriyor. Her şeyin ilmini bilen Allah'ın ilminin dışına bir zerrenin dahi çıkamaz olduğu bir gerçektir. O Alîm olan Allah ki, kendini ancak kendi bilir. O Yüce Allah'ın her ismini olduğu gibi Alîm ism-i şerifini de ne anlamaya ne de anlatmaya güç yetirebiliriz. Biz beşer olarak üstelik cahiller olarak idrakten aciziz. Şu var ki; Rabbimize güvenip O'ndan yardım talep ederek yine O'nun dilediği, takdir ettiği kadar –bir nebzecik de olsa- yine O'nun izni ile o Yüce Kurân-ı Kerîm ve esma-i ilâhîden faydalanıp Alîm ism-i şerifinin tecellileri ile ilimden nasibimizi almaya çalışıyoruz. İnşallah, Rabbimizin, bizi bu ism-i şeriflerinden hisseyab edeceğini umuyoruz.

İnsana en elzem olan şey ilimdir. İlim, imandan önce geliyor diyebiliriz. Çünkü insanın inanması için bilmesi gerekir. Önce bilecek ki, sonra bu bilgisinin gerçek olduğunu kalbi tasdik, dili de ikrar etsin. Evet, görülüyor ki, ilim her şeyin önüne geçiyor.

Küfrün ne olduğunu, imanın ne olduğunu, küfrü mucib şeylerin neler olduğunu imanın hangi mevzuları içerdiğini ilimle biliriz. Hayırlar, şerler, güzel vasıflar, çirkin vasıflar nelerdir, bunları kazanma ve kaybetme yolları nelerdir? Velhasıl, insanın dünya ve ukbâsını içine alan tüm meseleler ancak ilimle bilinir. Hak ve hakikat, batıl ve inkâra ait meseleler yine ancak ilimle aydınlığa kavuşur. İnsanın saadetinin de şekâvetinin de neler olduğunu Alîm olan Mevlâ'nın bildirdiği bilgiler neticesinde biliriz. Bir Hak dostu şöyle der: Akılla nakili izdivaç ettireceksin ki; ancak bu surette hasılat bekleyebilirsin.

Evet, akıl bir vadide, nakil bir vadide kaldığı müddet ne akıl ne de nakil ayrı ayrı pek faydalı olmayacaklardır. Akılla nakilin birleşmesi ile Allah'ın Alîm ism-i şerifi tecelli edecek, insan bu yolda gayreti, azmi neticesinde Mevlâ'nın takdir ettiği kadar ilim sahibi olacaktır.




Hayvanatta ise böyle bir yetenek söz konusu değildir, varsa da çok cüzîdir. Madden ve manen ilerlemek ilimle olacağı gibi maddî manevî gerilemenin de ilimsizlikten, cehaletten kaynaklandığı malumdur.




Bu ism-i şerifin en çok tecelli ettiği varlık, her esma-i ilahide olduğu gibi peygamberlerdir. Onlardan sonra âlim-i billah olan, verasetü'l-enbiya olan hakiki alimlerdir. Mevlâ'nın ilim sıfatı hem zahire, hem de batına tecelli ettiği gibi dünyaya ait, ukbâya ait maddî ve manevî her şey Alîm ism-i şerifinin tecellisi ile açıklığa kavuşur..

İnsan, Mevlâ'nın bahşettiği istidadını hangi yolda kullanırsa o yolda ilim sahibi olur. Bazıları vardır, yalnız maddi planında dünyasının tenviri için ilim tahsili ile uğraşmıştır. Mevlâ da o yolda istidatlarını inkişaf ettirip kısmeti kadar bilgi sahibi eylemiştir. Şahit olduğumuz bunca teknolojik gelişme, bunca akıl almaz icatlar, çeşitli cihazlar, ulaşım araçları, haberleşme araçları, elektrik akımı, bununla çalışan çeşit çeşit yeni icat edilen makineler vs. Velhasıl dünyamıza ait dolayısıyla nefsimizin istifadesine sunulan her şey ilimle elde edilmiştir ki; Allah'ın Alîm sıfatının tecellisi ile vasıl olunmuştur. Mevlâ, mümin, kâfir ayırt etmeden kim hangi ilme talip ise ona o ilimden dilediği kadar ihsan etmiştir.

İlim, dünya ve ukba adına en küçükten en büyüğe, en çok yararlı olandan, en çok zararlı olana, damladan deryaya, zerreden kürreye, en gizliden en aşikâr olana kadar her şeyi içine alır. Maneviyatımızın sıhhati ilimle ve dolayısıyla amelle değer kazanır. Meselâ zahirî tıp ilmi ile zahirî hastalıklara vakıf olunduğu gibi, Kurân-ı Azimüşşân'da ve hadis-i şeriflerde bildirilen ilimlerle de kalp marazı denilen hastalıklara vakıf olunur. Bir ayet-i kerimede: “Onların kalplerinde maraz (hastalık) vardır…” (Bakara Sûresi, 10) buyrulup, müteakip ayetlerde kalp marazlarının neler olduğu ve tehlikeleri beyan dilmiştir. Cenâb-ı Hakk, yine Kurân-ı Kerîm'de kurtuluş reçetelerini de sunar ki, hepsine ancak ilim sayesinde vakıf olunur. Nefis tezkiyesi, kalp tasfiyesi ve vasıl-ı illallah olabilmenin yolunun ilimden geçtiği muhakkaktır.

Allah-u Zülcelâl, kullarını bildirdiği şeyleri algılayabilecek istidatta yaratmıştır ve sorumlu kılmıştır. Her kul kendisine düşen sahada maddî manevî bilinmesi gereken şeyleri bilmekle mükelleftir. En azından; dinini ilgilendiren konuda ilmihal bilgisi denilen her Müslümanın muhakkak bilmesi gereken bilgileri bilmelidir. Dünyası ile ilgili de rızkını kazanmaya vesile olan işini en iyi şekilde yapmanın ilmini öğrenmelidir ki; helal kazanç elde edebilsin.




İşte bu mevzuda kula düşen yönü bir taraftan Rabbine “… Rabbim ilmimi artır.” (Taha Sûresi, 114) diye dua ve niyaz etmek, diğer taraftan sebeplere yapışarak cehd ve gayretle ilim talibi olmaktır, biiznillah! Bu çok mühim, adeta hayatının en önemli meselesi olan dünya ve ukba saadetinin anahtarı, hatta her ihtiyacının özü mesabesinde olan ilme yönelmeli ve ilim talibi olmalıdır. Zaten insanın fazileti de ilim sayesinde artar. Mahmud Sami Ramazanoğlu, bu bahsi şu şekilde izah etmiştir: [11]

“Allah Teâlâ Âdem (a.s)'e esmanın küllisini talim etti.” (Bakara Sûresi, 31) Meleklerin "Hz. Âdem'i ve zürriyetini halk etmekteki hikmeti nedir?'" diye sual etmeleri üzerine Vacip Teâlâ Hazretleri, "Sizin bilmediğinizi ben bilirim." (Bakara Sûresi, 30) buyurmuştur. Ve hilkat-i Âdem'deki hikmetin, ilimle mümtaz olmasıyla meleklerden efdâl olması olduğunu beyan buyurdu. Hazret-i Âdem'in kalbine ilham suretiyle esmâ'yı talim buyurdu. Bu ayet-i celile, ilmin cümle faziletlerden efdal olduğuna delalet eder.[12]

Kurân-ı Kerîm'de ilk nazil olan ayet-i celile: “Yaratan Rabbinin adıyla oku” (Alâk Sûresi, 1) emri ile başlıyor ki; ilimsiz hiçbir şey olmayacağını insanın nefsine ait, dünyasına ve ukbasına ait cümle meselelerin ancak ilimle bilinip bulunacağı muhakkaktır. Yine bir ayet-i kerimede: “… De ki: Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?...” (Zümer Sûresi, 9) buyruluyor. Resûlullah (s.a.v) de bizleri ilme teşvik ediyor: [11]

Ebû Zer (r.a)'den: “Ya Ebâ Zer! Sabahladıkta Kitâbullah'tan bir ayet öğrenmek sana 100 rekât nafile namaz kılmaktan hayırlıdır. Ve sabaha girip ilimden bir bâb öğrensen sana bin rekât namaz kılmaktan hayırlıdır.”

Abdullah b. Ömer (r.a)'den: “İbadetin efdâlı fıkıh ilmini öğrenmek ve diyanetin efdâlı perhizliktir. Yani haram şeylerden sakınmaktır.” [13]

Muaz (r.a), Hz. Peygamber (sav)'den rivayetle buyurmuştur: “İlim öğrenmekle Bâri Teâlâ'nın azamet ve celâlini bilip havf u haşyet hâsıl olur.”

İlim talebi ibadettir. İlmin müzâkeresi tesbihtir. İlimden bahsetmek cihattır. Ve bilmeyene öğretmek sadakadır. Ve ehline bezl etmek (bol bol saçmak) kurbettir (yakınlık). İlim, helâl ve haramın nişancısı ve ehl-i cennetin yolunun delilidir. İlim haşyette enistir (dost, arkadaş) ve gurbette muhâsib, yoldaştır. Gam ve surûrda delildir. İlim düşman üzerine silahtır ve dostlar yanında ziynettir.[14]

Peygamber Efendimiz (s.a.v) buyurur: “Şeytan umum-i şeriyyeyi âlim olan bir zattan korktuğu kadar bin abiden korkmaz.” [15]

Yine buyurur: “İlmullah'dan bir kelimeyi bir racul'ün (adam) dinleyip işitmesi, bir sene nafile ibadetten efdaldir.” [16]

Bir başka hadis-i şerif de şöyledir: “Her şeye vusul için bir yol vardır. Cennetin tariki (yolu) ise ulum-i diniyyedir.” [28]

Her mevzuda olduğu gibi bu mevzuda da Mevlâ, sa'y edip çalışan kulunu asla mahrum etmez, cehalette bırakmaz. Şüphesiz kulun bu konuda ciddiyeti, sa'y u gayreti, ihlâsı nispetinde, O Yüce Mevlâ, Alîm sıfatından hisseyab edecektir ve Alîm isminin ziyasıyla kulunun kalbini, kafasını dolayısıyla da dünya ve ukbasını aydınlatıp o ziya ve nurla hakkı batılı, hayrı şerri, faydalıyı zararlıyı, cennetin ve cehennemin yollarının neler olduğunu, Rabbin rızasının ve kahrının nelerde olduğunu velhasıl dünya ve ukba ihtiyaçlarının tamamını karşılayıp onu huzur ve sükuna kavuşturur. Yeter ki biz, Yüce Rabbimizin fıtratımıza koyup peşinen bahşettiği ve inkişaf etmeye istidatlı yeteneklerimizden en önemlisi olan öğrenme, bilme yeteneğimizi geliştirme mecburiyetinde olduğumuzu unutmayalım. Rabbimiz rızasına vasıl olmanın yollarını ilimle öğretecektir.

Rabbimiz ilmimizi artır ve bize yakîn iman ver! Âmin.[11]

Etimoloji




"İlm" kökü, çeşitli türevleri ve çekimleriyle birlikte Kurân'da en çok kullanılan kelime gruplarından birini teşkil eder. Arapça'da "bir şeyi tam ve kesin bir şekilde bilmek" anlamına gelen "ilim", Kurân'da çok geniş ve kapsamlı bir sıfat olarak Allah'a izâfe edilmiştir.[17]

Bu ilâhî nitelik, O'nun diğer sıfatlarına işaret eden çeşitli kelimelerde de terkip edilmek sûretiyle bu sıfatın çok yaygın bir alanı kuşattığı vurgulanmıştır. Kurân'ın ifâdelerine göre göklerin enginliğinde, yeryüzünün uçsuz-bucaksız köşelerinde bulunan, insanlar için ulaşılmaz ve bilmezlikten başka bir şey ifâde etmeyen bütün hususlar, karada ve denizde olup biten her şey, yerde ve gökte söylenen her söz, insanın içinde bulunduğu her durum, yaptığı her iş, okuduğu her şey, dile getirilen veya getirilmeyen her düşünce, kalplerde gizlenen her sır, gönüllerin özü, gözlerin her bakışı, tamamıyla ilm-i ilâhînin kapsamı içindedir. Kurân, ilâhî ilmin kapsamının sonsuzluğunu gösteren bu tür örneklerle doludur.[18]

"İlm" kökünden mübâlağa sıfatı olan "alîm", "her şeyi hakkıyla bilen" demektir. Allah-u Teâlâ'ya nispet edildiğinde ise "zaman ve mekân kaydı olmaksızın, büyük-küçük, gizli-âşikâr, her şeyi, her hâdiseyi hakkıyla bilen" manâsına gelmektedir.[19]

"Alîm" ismi, Kurân-ı Kerîm'de 153 yerde Allah'a nispet edilmiş ve daha çok Esmâ'ül-Hüsnâ'dan diğer bir isimle birlikte kullanılmıştır. Yanında başka bir isim bulunmadan kullanıldığı takdirde, bir çeşit fiil fonksiyonu icrâ ederek mef'ul de almıştır. Bu durumda genellikle "Allah, her şeyi bilendir." (bi-külli şey'in alîm) klişesiyle kullanılmıştır. Aynı tür kullanımın başka örneklerinde "Allah, kalplerinizdekini en iyi bilendir." anlamındaki (alimun bi-zâti-s-sudûr) şekliyle de çok sık karşılaşılmaktadır. Bu ismin Kurân'daki yalın kullanımlarında "Allah, yaptıklarınızı, müttakîleri, zâlimleri, müfsitleri hakkıyla bilendir." şeklindeki ifâdelerle ilâhî ilmin ilişkili bulunduğu bütün alanlara atıflarda bulunulduğu, böylece de konunun daha somut hâle getirildiği görülmektedir.[1]

Yüce Allah'ın "el-Alîm" ismi, Esmâ'ül-Hüsnâ'dan "hakîm", "semî", "vâsi", "azîz", "habîr", "halîm", "şâkir", "kadîr", "hallâk" ve "fettâh" gibi cemâl ve celâl ifâde eden isimlerle çeşitli terkipler oluşturarak kullanılmıştır.[20]

Meşhûr Esmâ'ül-Hüsnâ hadisinde yer almamakla beraber, "ilm" kökünden türemiş üç sıfat daha vardır: "âlim", "allâm" ve "a'lem".[19]




El-Alîm İsm-i Şerîfinin Faziletleri ve Havassı





Günde 150 kere ilim zenginliği için okunur.

"Ya Alîm" zikrine devam eden, gizli sırlara vakıf olur. Her şey, ona beyan olur. Okuyanın ilmi artar, hikmetli konuşur ve yüce makamlara erişir.

"El Alîm" ismini yazıp suda silip içenin anlayışı ve zekası artar.[21]

"El-Alîm" ismi şerîfini söylemeye devâm edene mânevî sırlar açılır hikmet ve mârifete kavuşur.[22]

[23]"El-Alîm" ism-i şerîfine devam edenlerin ilimleri artar; Mağbud'unu hakkı ile bilir.

"Yâ Allâmel ğuyûb" virdine devam edenler, gayb erenleri ile konuşurlar.

"Yâ âlimel gaybi veş-şehâdeh" diye namazlarının sonunda 100'er defa okuyanların kalp gözleri açılır.

"Yâ allâmel guyûbi fe lâ şey e yefûtuhû min ılmihi ve lâ yeûdüh" diye bu esmâyı okumaya devam edenlerin unutkanlıkları gider, hıfzetme güçleri artar.

Her kim "Yâ Allâmel Guyûb" diye kendinden geçinceye kadar zikrederse; rûhu, maverâlara yükselir, sır perdesi aralanır. Namazların akâbinde (sonunda) 100'er defa okunursa; kişi, göremediği bâzı şeyleri görmeye muvaffak olur.

Bu ismin adedi, 150'dir. Mezkûr adedi okumayı âdet edinenler, ilim tahsilinde kavrama gücü elde ederler.

Kim sabah ve akşamları "Bismillâhillezî lâ yedurru measmihî şey'ün fil ardi ve lâ fis-semâ' ve hüves-semîul alîm." diye 3'er kez okusa, bütün belâ ve musîbetlerden Allah'ın izni ile korunur.

Bu ism-i şerîfi vird edinenlerin kalbi rûşen olup bâtınında çeşitli nurlar zâhir olur.[24]

Bu ism-i şerîfe devam eden kimseyi Cenâb-ı Zülcelâl Hazretleri, dekâik-i umûra ve hafâyâ-yı esrâra, anlaşılması güç, gizli-kapalı sırlara vâkıf ve muttalî kılar. Biiznillâhi teâlâ, her şey, ona açık seçik ve ayan-beyân olur.[25]

Bu adı devamlı ananlar, Hak Teâla'nın her türlü yardımını görürler. Bunlar, dünya âfetlerinden, belâ ve musîbetlerinden uzak kalırlar. Ayrıca bilmedikleri şeyleri de yine Allah'ın inâyetiyle çabuk ve kolayca öğrenirler. Konuşmalarında mantık ve hikmet sahibi olurlar.[26]

Müşteri yıldızı satinde iken aşağıdaki vefki şerîf, altın veya gümüş bir levha üzerine nakış edilerek başında veya göğsünde taşıyan ve her namazdan sonra 150 kez "Yâ Alîm" ism-i şerîfinin zikrini vird edinen kimseye Cenâb-ı Hakk, dünyevî ve uhrevî ilim kapılarını açar. Bir çok gizli esrâra vâkıf eder. Bu vefki şerîf, temiz porselen bir tabağa ya da yeni kalaylanmış bakır bir sahana 7 gün boyunca sabahları yazılıp Zemzem veya yağmur suyu ile silinerek içilirse, hafızayı kuvvetlendirir.[27]

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder