Site Arama

20120113

İmam-ı Rabbânî(k.s.) Dilinden Naksibendi



Tarîkat-i Nakşibendiyye, Eshâb-ı kirâmın yoludur.




Tarîkat-i Nakşibendiyye, sünnete uymak ve bid'atlerden kaçınmaktan ibârettir.




Tarîkat-i Nakşibendiyyede zikir, Ebû Bekr-i Sıddîktan gelmiştir.




Tarîkate girmekten maksad, ihlâs elde etmek ve ibâdetleri kolay yapmaktır.




Tarîkat-i Nakşibendiyyede farzların edâsı, yaklaşmaya sebebdir.




Tarîkat-i Nakşibendiyye, elbette kavuşturur.




Tarîkat-i Nakşibendiyyede ilk şart tevbedir. Tevbede derler ki, ilâhî, benden vâki' olan, bildiğim ve bilmediğim her bir günah ve suçtan tevbe eyledim, rücû eyledim.




Tarîkat-i Nakşibendiyyenin temeli [işinin esası], sohbet ve muhabbettir.




Tarîkat-i Nakşibendiyyeye kayyûmiyyet cezbesi Abdülhâlık Goncdüvânî vâsıtası ile Ebû Bekr-i Sıddîktan gelmiştir. Maiyet cezbesinin başlangıcı ise, Şâh-ı Nakşibendden başlamıştır.




Tarîkat-i Nakşibendiyye büyükleri azîmet ile hareket ederler [amel ederler], ruhsattan kaçınmışlardır. Ve azîmetleri de, zarûret miktârı yaparlar, buyrulmuştur.




Tarîkatte hâsıl olan telvînler [hâller] ve tecellîler hayâlî ve vehmîdir.




Tarîkat ve hakîkat, şeriatin hâdimleridir. [Hizmetcileri, yardımcılarıdır.]




Tarîkatte bid'at, yolun kapanmasına sebebdir.




Tarîkatte feyz ve bereketin ele geçmesinin şartı, edeblere riâyettir.




Tarîkatte tul-i emel [uzun emelli olmak] küfürdür.




Tarîkat, izâfe edilen şeylerin ortadan kaldırılması [mahlûkları unutmak] için çalışmaktır. Hakîkatte ise, zorluk çekmeden, kendiliğinden unutulur ki, ikisi birdir.




Tarîkat ve hakîkat vilâyete bağlıdır. Şeriat nübüvvettedir.




Tarîkate sülûkten maksad perdelerden kurtulmak ve kalb gözündeki perdelerin kalkması ile vasl-ı üryânînin hâsıl olmasıdır. Yoksa, ankâ denilen kuşun avlanması gibi, idrak olunamıyan şeyin ihâtası değildir [anlaması değildir].




Tarîk-i sülûkta [sülûk yolunda] bağlanma sâlik tarafındandır. Vâsıta lâzımdır. Çâre yoktur.




Tarîk-i cezbede [cezbe yolunda], çekilme, matlûb tarafındandır. Başkaların vâsıtalığını kabûl etmezler.




Tarîk-i cezbe [cezbe yolunun] tamam olması, sülûka bağlıdır. Sülûksuz cezbe tamam olmaz ve netîcesizdir.




Tarîkat uzlet değildir. Emr-i mâruf, nehy-i münker, cihâd ve sünnete uymaktır.




Tarîk-i Ahmedîde [Ahmedî yolunda], ismler ve sıfatlar kısaca geçilir, zata kavuşulur, mertebeler biter. Seyr sahibi, tafsîlatlı giderse, zata kavuşamaz.




Tarîkat-i Nakşibendiyyede birbirinden fânî olmak şartı ile sohbet, uzletten daha iyidir. Birkaç kimsenin, bir yerde meşgûl olması, yalnız meşgûl olmaktan eftaldir. Zîrâ ictimâ'da feyzler in'ikâs eder [birbirine eklenir.].




Tarîkat-i Nakşibendiyyeye silsile-i zeheb derler.




Tarîkat-i Nakşibendiyye nisbeti, bu zamanda yok gibi olmuştur. [Ankâ kuşu hükmündedir.]




Tarîkat-i Nakşibendiyyede, şeriatin yasak ettiklerinden kaçınmak zarûrîdir.




Tarîkat-i Nakşibendiyyede, simâ', raks, vecd ve tevâcüd [kendinden geçme] yasaktır.




Tarîkat-i Nakşibendiyyenin başlangıcı cezbeden, diğer tarîkatlerinki sülûktendir. Bu tarîkatte şeyh, teveccüh ve tasarruf ile, başlangıcda olana, nihâyet devletinden aks ettirir.




Tarîkat-i Nakşibendiyyenin sonundan kimse haber vermemiştir. Başlangıcını bildirmişlerdir ki, nihâyeti başlangıca yerleştirilmiştir.




Tarîkat-i Nakşibendiyyede, nefse muhâlefet çok olduğundan, çabuk kavuşturucudur. [En kısa yoldan kavuşturur.]




Tarîkat-i Nakşibendiyyede ilk şart, mâsivânın unutulması ve başka şeylerin ilminin yok edilmesidir.




Tarîkat-i Nakşibendiyyede ifâde ve istifâde [feyz vermek ve feyz almak] susarak, kendiliğinden olur. [Zorluyarak olmaz].




Tarîkat-i Nakşibendiyyenin medârı [işinin esası] şeriat üzere olmak ve pîre muhabbettir.




Tarîkat-i Nakşibendiyyede yükselmek, yalnız şeyhin sohbeti ve muhabbeti ve edeblerine riâyet ve şeriate uymak iledir. Ve tâlib, şeyhin sohbeti ile yavaş yavaş isti'dâdını tekmîl ve belki şeyhin kemâlâtına vâsıl olur. İsti'dâdına uygun yolu, şeyh onu irşâd eylemeye muhtaç değildir. Zikreylemek lâzım ise de, talimi tesellî etmek içindir. Kavuşmaya sebep değildir. Kavuşmaya sebep sohbettir ki, sohbet sahibinde fena şartiyle ki, başlangıcda böyle idi. Sahâbe ve tâbiîn, yalnız sohbet ile sonsuz kemâlâta vâsıl oldular.




Tarîkat-i Nakşibendiyyede tâlib, râbıta ve muhabbet ile saat saat şeyhin rengine girer. [Şeyhine benzer.]




Tarîkat-i Nakşibendiyyede şeyh tâlibe zikir veya murâkabeyi veya yalnız sohbeti emreder.




Tarîkat-i Nakşibendiyyede zikredebilmek, başlangıcda nasip olur.




Tarîkat-i Nakşibendiyyede, alınmış olan zikirden, farzlardan ve sünnetten gayri ile meşgûl olunmaz.




Tarîkat-i Nakşibendiyyede, evvelâ zâtın zikri [Allah ismi ile zikir] ve sonra zikr-i nef-yü isbât [lâ ilâhe illallah zikri] talim olunur.




Tarîkat-i Nakşibendiyyede, cehrî zikirden kaçınmak emrolunmuştur.




Tarîkat-i Nakşibendiyyede pîrin talimi en mühimdir. Onsuz mümkin değildir.




Tarîkat-i Nakşibendiyyede sülûk ve nisbet te'sîsi [nisbetin te'sîs edilmesi] şeyhe ittibâ' iledir.




Tarîkat-i Nakşibendiyyede sülûk, tâlibin dilemesi ile değildir. Mürşidin tesarrufu ile olur, ona bağlıdır.




Tarîkat-i Nakşibendiyyede nisbetten murâd, Allahü teâlânın hazır olmasını anlamak demektir. Hiç aralıksız hazır olmasını anlamak demektir. İsmler ve sıfatlar karışmadan, zat-i ilâhînin tecellîsidir ki, (Yad-i dâşt) derler.




Tarîkat-i Nakşibendiyyenin sonu, vasl-ı uryânîdir ki, matlûba kavuşmaktan Ümidi kesilir.




Tarîkat-i Nakşibendiyye büyüklerine, tecellî-i zatî devamlı olup, başkalarına (berkî), şimşek gibi gelip-geçicidir.




Tarîkat-i Nakşibendiyyede seyr-i âfâkîyi seyr-i enfüsî ile birlikte yaparlar.




Tarîkat-i Nakşibendiyye büyükleri, gaybetten önce olan huzura önem vermezler.




Tarîkat-i Nakşibendiyyenin nisbeti, hiçbirşeye benzemiyen makamadır. Mahlûklar ile alâkası yoktur.




Bu tarîkte her zuhûr eden şey ile kanaat eylemiyeler.




Tarîkat-i Nakşibendiyye yolu, insanın yedi latîfesidir ki, ikisi âlem-i halktan, beden ile nefstir. Beşi âlem-i emirdendir. [Kalb, ruh, sır, hafî, ahfâ]. Önce âlem-i emirden başlanır.




Tarîkat-i Nakşibendiyyenin sülûki vehm ve hayâl iledir. Ahvâl [hâller] ve vehm ile idrâk eder.




Tarîkat-i Nakşibendiyyede ilerlemek, kalbden başlar. Sonra ruh, sır, hafî ve ahfâdan geçilir. Bunların herbiriyle ayrıca hakîkatlendikten sonra, âlem-i kebîrdeki asllarını seyr ederek, fenaya vâsıl olur. Bundan sonra, vücûb ile imkân arasında olan sıfât ve ismlerin zıllerini kat'ederek, esmâ ve sıfata başlıyarak, ismlerin ve sıfatların tecelliyâtı vukû' bulup, âlem-i emrin beş aslının muamelesi tamam olur. Sonra, nefsin itmînânı ile rıza makamı hâsıl olur. Sonra, ism, sıfat ve şu'ûnların aslı olan bir dâire ve bunun aslı olan diğer bir dâire ve sonra bir kavs hâsıl olur ki, bu üç asl, zat-i teâlâda mücerred îtibarâttır ki, onun ele geçmesi, nefs-i mutma-inneye mahsûs olup, şerh-i sadr ve islâm-i hakîkî hâsıl olur ki, vilâyet-i kübrânın sonudur. Buraya kadar ism-i zâhirin seyridir. İsm-i zâhir, sıfâta, ism-i bâtın sıfat ile zata tealluk eder. Esmâ-i bâtinîde seyr, vilâyet-i mele-i â'lâdır. Bundan sonra da, kemâlat-ı nübüvvet vardır ki, Enbiyâya mahsûstur. Ve tâbi olanların büyüklerine hisse vardır ki, toprak unsurunun nasibidir. Vilâyetin kemâlâtı makamât-i nübüvvetin zıllerinin kemâlâtıdır. Bu seyrden sonra, bir adım ileri atılsa sâlik yok olur. Toprak unsuru hepsinden daha yükseğe gider.




İmam-ı Rabbânî(k.s.) - Mektubat'tan

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder