Site Arama

20120113

Tasavvufta Kadın




Dini kitaplarda kadın nefs ile sembolize edilmiştir, erkek de akılla sembolize edilmiştir. Nefs insan vücudunda enaniyeti, yani kendi varlığını temsil eden tek kısımdır. Dolayısıyla o tekâmül ettiği zaman Hz. Meryem seviyesine kadar yükselebilir ki bu safiye makamıdır. Dolayısıyla kadın eğer Allah'ın verdiği bu gücü kullanmazsa yani nefsini tekâmül ettirmezse nefsine zulmetmiş olur ve kadınlıktan analık makamına yükselemez. Analık makamına yükselmediği zaman (ama burada analıktan kastettiğim şeklen anne olmak değil manen çocuk sahibi olmak, tekâmül etmek yükselmek, yücelmektir) kadınlığı hiçbir işe yaramaz. Bilakis dişilik Allah tarafından daima reddedilmiş, Peygamber tarafından da aşa-ğılanmıştır. Bunun kadın oluşuyla alakası yoktur; mesela dişi erkekler de vardır.. Nefsi hakim olan her insan dişi makâmındadır. Analık da manevî olarak tohum ekilen yerden o tohumun tomurcuk vermesidir. İbn-i Arabî' ye göre, mânevîyat ekilen yerde bir mâna zuhur ediyorsa, o mânayı zuhur ettiren her varlık kadındır. Dolayısıyla bundan anlaşılıyor ki kadınlık makamı çok yüce bir makamdır. İnsan-ı Kâmiller, bu tohum verişi, doğurması hasebi ile kadını yere göğe koyamamışlardır. Tabiî ki Kuran'a dayanarak. Ve Hz. Mevlana'nın dediği gibi "kadın adeta yaratıcıdır yaratılan değil, hâliktir mahluk değil" diye değerlendirmişlerdir. Kadınına iyi muamele eden ona aşık olan, hatta ona mağlup olan erkek de kâmil erkek, yani kâmil akıldır.


Dişi, nefs-i emmâre halinde iken koruk üzüm, mutmain (Allah'ından emin) olunca üzüm, Raziye ve Merdiyede aşk şarabı, Sâfiyede (Meryem gibi olduğunda) sirke gibi temizleyici olur. Nefsânî makamlardan mutmain mertebesi; egonun bittiği, benliğin bittiği, insanın yaratanın ve yaratılanın Allah'ın tecellisi olduğunu, yaratanın Allah olduğunu idrak ettiği devredir. O zaman kendi hiçliğini de idrak eder, dolayısıyla emin makamına yükselir. Dünyada hiçbir korkusu olmaz, ne geçmiş ne gelecek korkusu. Çünkü Allah'ından emindir, her şeyin ondan geleceğinden emindir. Sevgilinin de onu üzmeyeceğinden emindir. O bakımdan bu makamda olan insana "Er" denir; ister erkek olsun ister kadın olsun. Rabiyat'ul Adeviye 'nin "Aslan üzerine gelirken dişi mi erkek mi olduğuna bakılmaz" demesinin mânâsı da bu seviyeye gelmiş olan insanın cinsiyeti olmaz demektir.


Peygamber Efendimizin hakîkati ,Hakîkat-i Muhammedi'dir. Hakîkat-i Muhammedî , Nûr-u Muhammedi'dir. Dolayısıyla ilk yaratılmış olan nur, ilk yaratılmış olan hakîkat, ilk yaratılmış olan Küllî Akıl, hepsi aynı mânâyı ifade eder. Öyleyse Peygamberin hakîkati, daha hiç kimse yokken, hattâ Âdem bile dünyada yokken vardı. Çünkü bu hakîkat Allah'ın varlığı içinde, ahâdiyeti içinde vardı. Dolayısıyla da o hakîkat daima vardı. İşte bu hakîkatten hangimize bir zerre gelirse o zerre bizi var haline geçirir. Yokluktan, ölülükten var haline geçirir. Sur'un üflenmesi gibi. Hz. Fatma, Peygamber Efendimizin Nur-u Muhammedî'sini içinde taşıyan, bunu aşîkar eden, gösteren bir sultandır. Peygamber bu hakîkati gördüğü için onun önünde ayağa kalkar. Yani ona selam vermesi, kızının gelmesi ya da bir kadının gelmesi değildir. Peygamberin selam verme sebebi kendi taşıdığı bu hakîkati, aynadaki aksi gibi Hz. Fatma'da görmesinden dolayıdır. Hz. Fatma'nın çok kısa olan ömrü ve çok edepli oluşu kendinin bu mânâyı hem taşıdığının hem de setrettiğinin göstergesidir. O bu mânâyı, vefat ederek kendi hakîkati olan, ruhu olan, kendisinin içi olan, kendi mânâsını taşıyan ve taşıyacak olan kocasına devretmiştir. Dolayısıyla aynı nur Hz. Ali'nin mânâsında parlayarak bütün İslam âlemine Rabbiyet tecellîsinde, mürebbilik vazifesinde zuhur etmiştir.


İlk yaradılan erkektir. İlk yaradılan erkekte Allah'ın ismi, sıfatları olması hasebiyle Allanın sembolü Allah'ın mânâsını taşıyan bir aynadır. Fakat erkek kendindeki bu muazzam güzelliği, hakîkati görmez. Bu hakîkati görebilmek için mutlaka bir aynaya bakmak zorundadır. O halde ona ayna olacak, yani onun diğer yarısı olacak, ona Allah'a ait olan hakîkati öğretecek bir varlığa ihtiyaç duyar. İşte bu varlık onun bütünleştiği, eş olduğu karısı ya da kadınıdır. Bu kadında kendine ait hakikatleri görür ve o zaman Allah'ı tanır. Yani bir erkeğin Allah'ı tanıması için mutlaka bir kadına aşık olması ve ondaki Allah tecellisini görmeğe ihtiyacı vardır.Yani aklın nefse, nefsin akla ihtiyacı vardır.Yüce Allah Kur'an'da "Siz kadınlarınız için bir elbisesiniz, kadınlarınız da sizin için elbisedir" diye bildirir. Ayrıca "Kadın insanı Allah'a yaklaştırır ve erdirir" yorumuyla İbn-i Arabi Peygamberin bakışına açıklık getirir.


Peygamber Efendimiz de Hz. Hatice'deki aşk tecellisinde kendi aşkının şiddetini gördü. Peygamber kendisinin Allah'a olan aşkını, kendisi olduğu için bilemez. Ama karısının kendisine olan aşkına baktığı zaman aşkın ne kadar yüce ve şiddetli olduğunu ve kendinden karısına aksettiğini ve karısının da kendisinden akseden aşkla kendisini sevdiğini gördü. Dolayısıyla " Bana dünyanızdan üç şey sevdirildi. Kadın, koku, gözümün nuru namaz" derken bu mânâda 'kadın olmasaydı erkek bu hakîkati tam idrak edemezdi' bilgisini bize öğretmek için kadını en başa yazmıştır. Koku da hakîkat demektir. Gözümün nuru namaz da; eğer kadında kendi hakikatini görür, onun iç mânâsını, yani hakikatini öğrenirsen namazda mîrâca gidebilirsin ve gözün nurlanır demektir. Bununla ilgili meşhur Delhili Nizamettin Hz.'leri der ki " Burada kastedilen Hz. Ayşe' dir. Kadınlık makamıdır demiştir. Koku için bir şey dememiştir ama âcizane benim fikrim, o Hz. Hatice' dir. Ve gözümün nuru namaz da Hz. Fatma'dır" demiştir.


Cemalnur Sargut

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder