Site Arama

20120113

Tasavvufi Yolun Önemi..



Rahman ve Rahim Olan Allah'ın Adı İle
İnsanın eğitim süreci Hz.Adem(a.s.) ile başlamış ve kıyamete kadar devam edecek olan bir süreçtir.İlk eğitim, daha dünyaya inmeden evvel Hz.Adem ve tertemiz eşi HzHavva'ya,şeytanın nasıl bir düşman olduğunu anlatmak ve insanın kendi nefsine uyunca neler kaybedeceğini göstermek amacı ile meşhur meyvesi yenmesi yasaklanan ağaç olayı ile verilmiştir.

Dünyaya iniş ve imtihan olma sürecinin başlangıcı ile birlikte uyarı ve peygamberlik misyonu da başlamıştır.Yaşanan hayatın çekiciliği,nefsin hazır olan lezzetlere duyduğu haz onu erdemlerden geri bırakmakta ve uzun emelli olmaya sevk etmektedir.Öfkesine ve şehvetine tabi olan insanın her geçen gün biraz daha dünyaya bağlılığı artmakta ve artan hevesini tatmin için daha çok çaba göstermektedir.Bu ise insanın zulüm etmesine sebep vermektedir.Kişi kendi arzularını elde etmek için aklını,gücünü ve diğer yeteneklerini devreye sokmakta ve hile,desise,yalan,iftira,öldürme,aç bırakma v.b. yollara başvurmaktan çekinmemektedir.Aklı, heva ve hevesinin elinde adeta bir köle olmaktadır.Adeta aklın ve vicdanın önü bir perde ile örtülmüştür.
Peygamberler (a.s.) işte bu durumdan insanları kurtarmak ve onları kemallere yöneltmek için gelmişlerdır.Onlar insanoğluna sunulan en büyük nimetlerdendirler.Varlıkları ile alemi şereflendirmiş ve her asra damgalarını vurmuşlardır.Bu gün dünyanın neresinde hayırdan ve iyilikten yana birşey varsa, bu onların irşadlarından kalan bir parıltıdır.
Bu cehd ve gayret yolunda nebiler yanlız olmamışlardır.Her devirde onlara destek çıkan ve yollarını sürdürmelerinde yardımcı olan kişiler muhakkak çıkmışlardır.Son peygamber,efendimiz ve rehberimiz Hz.Muhammed'in (s.a.v.) ahirete irtihalinden sonra her ne kadar nübüvvet sona ermişse de insanların terbiye edilmesi ve ıslah yolu kıyamete kadar devam etmektedir.Gerçek alimler peygamberlerin varisleri olarak bu vazife ile vazifelendirilmişlerdir.İnsanoğlu kıyamete kadar eğitime muhtaç olacaktır.
Bir insanın kendi kendine bir sanatta veya bir ilimde ustalaşması ve derinleşmesi,bir eğitmen ve hoca olmaksızın imkansızdır.Onun tecrübelerinden,göstereceği açılımlardan ve ona sunacağı eskilerin mirasından yararlanmadan kendi kendine uğraşmak hem çok zor,hem gereksiz ve hem de abes bir iştir.Herhangi birimizin kendi kendine tıp ilminde derinleşmesi ve kendisini ameliyat etmesi mümkün olmayan bir iştir.Ya da kendi kendine ders görmeden,bir hocadan ilim okumadan en karışık mühendislik hesaplarını yapması,uzay matematiği ile ilgili problemleri çözmesi düşünülemez.Bu işte muhakkak bir üstada ihtiyacı vardır.Aynen bunun gibi de insanın ahlakını düzeltmesi,erdemlerle dolabilmesi için bir ahlak hocasına ve ruh terbiyecisine ihtiyacı vardır.Kendi kendine ahlakını düzeltmek ve kamil bir insan olmak mümkün değildir.
Nefis gizli,sinsi,gaddar ve ne zaman,hangi şekilde saldıracağı belli olmayan bir düşmandır.Şeytan ve dünya ise aldatıcı ve hileci düşmanlardır.Bunların elinden kurtuluşun çaresi;selim bir kalbe sahip olmaktır.Eğer insan böyle bir kalb-i selim sahibi değilse,bu yolun üstadları olan sadatlara yani ruh terbiyecisi, hikmet ehli insanlara tabi olmalıdır.Onlar insan sarraflarıdırlar.Keskin zekaları ve ferasetleri ile kişiyi gördüklerinde veya onunla konuştuklarında halini hemen anlamakta ve ona gerekli kurtuluş reçetesini sunmaktadırlar.Bu babta Şeyh İzzeddin Hazretleri(k.s.) bir sohbetlerinde binaları yapan,köprüler inşa eden bir mühendis topluluğuna ;'Sizler ilminiz ile bu yapıları inşa edebilirisiniz.Binaları dikip,köprüler inşa edebilirsiniz.Peki bir insanın kalbinden kini ve nefreti sökebilir misiniz!Ondan dünya sevgisini giderebilir misiniz!İşte bu da bizim işimizdir.' demişlerdi.

Niyazi-yi Mısri (k.s.) için anlatılan bir kıssada onun tasavvufa ilk giriş yıllarından bahsedilmektedir. Çok zengin bir zat olan Mısri bu yola girdikten sonra tüm varlığını,kendi davası yolunda harcar ve bir o kadar daha da borçlanır.Fakat bunların hiç birine ehemmiyet vermeden vazifesini ifa etmeye devam eder.Birgün üstadı dergahta bulunan tüm müridleri toplar ve hepsinden Niyazi-yi Mısri'yi terslemelerini, ona selam vermemelerini ve hiç itibar göstermemelerini emreder.Herkes bu emri yerine getirirken,bir tek Şeyhi ona iyi davranmakta ve onunla ilişkisini devam ettirmektedir.Bu hal epey bir müddet böyle devam ettikten sonra bir gün üstadı onu yanına çağırarak,huzurundan kovar ve artık onunla işi kalmadığını ve bu tekkeyi terk etmesini ondan ister.Mısri perişen olmuş,afallamış ve bütün dünyası yıkılmış bir halde orasını hıçkıra hıçkıra ağlayarak terk eder.Bir mağaraya sığınır.Ağlayarak gözyaşları içerisinde Allah'a ellerini açarak dua etmeye başlar;'Ya Rabbi! Senden başka herşey yalanmış! Sadece Sen varmışsın!.Senin dışında herşey boşmuş! Ben sadece sana sığındım ve Sana yöneldim.' Bu yöneliş öyle içtendir ki onun üzerine çok büyük bir nur ve feyiz iner.Çok yüce bir mertebe elde eder.Yüce Allah ona rahmet nazarı ile bakmış ve onu yüceltmiştir.İçi imanın kemalı ile dolmuştur.O zamana kadar yaptığı ibadet ve hizmetler ile elde edemediği bir makama ulaştığını görmüştür.Tam bu anda geri döner ve birde bakar ki,mağaranın içinde şeyhi ve tüm müridler onu izlemektedirler.Onun peşinden gelmişlerdir.Şeyhi ona;' İşte tüm bu yapılanlar,senin bu mertebeye ulaşman içindi.' diye söyler.
Bu yüce zatlar kalplerin tabipleridirler.İnsanların eğitimi ve yüce ahlaki değerlerle boyanmaları için birer rehberdirler.Onlarla birlikte olmak,onların yoluna girmek en büyük kazançtır.Kişinin yalnız,tek başına kaldığı sürece, nefisini yenmesi ve şeytanın hilelerinden kurtulması mümkün değildir.Bu yola giren insanın imanı zayıfsa kuvvetlenir.İbadetlerde eksikleri varsa,onlar tamam hale gelir.İbadetlerini tam olarak yapan biri ise,gerçek ihlasa ulaşır.İhlas sahibi ise yakin sahibi olur.Yakini varsa,hal sahibi yüce makamlara eren birisi olur.Kalbi selim bir halde Rabbi Rahimine kavuşur.En önemlisi de nefsine muhalefet etmiş,onu serbest bırakmamış ve Allah'a (c.c.) tam kul olması için,onu bir mürşid eline verip,ıslah yoluna sokmuştur.

Efendimizin(s.a.v.) Özel Uygulamaları

Efendimiz (s.a.v.)'in kimi sahabelerinden aldığı
özel beyatlar vardı.Mesala bir seferinde,ömür boyu kimseden birşey istememek üzere birkaç sahabeden beyat almıştı.Onlar ellerini Rasullullah'a (s.a.v.) uzatmış ve bu konuda ona söz vermişlerdi.Bu kişiler en ufak bir ihtiyaçlarını dahi kimseden istemiyorlardı.Kendi ihtiyaçlarını kendileri karşılıyorlardı. Onlardan öyleleri vardı ki,zırhını giymiş,silahlarını kuşanmış bir halde atının üzerindeyken,mendil gibi bir şeyini düşürürdü de kimseden istemezdi.Tüm ağırlığı ile atından, üşenmeden iner ve o mendili alıp,tekrar atına binerdi.Verdiği sözü ve bu şekilde cereyan eden bağı koparmaz ve ölünceye kadar sözleştikleri hususa riayet ederlerdi.
Tasavvuf yolu ile yapılan bağlanma da işte bu tür bir beyata benzemektedir.Belli hususlara riayet etme konusunda bir anlaşma yapılmaktadır.Böylece Rasulullah(s.a.v.) Efendimizin bu sünneti canlandırılmaktadır.Bu yola giren, tevbe etmek,sünnete bağlanmak ve bu edepleri yerine getirmek üzere elini uzatmakta ve üstadının elini tutmaktadır.İhlas,muhabbet ve teslim yoluna sarılmakta ve mürşidinin tasarruflarına ve onun eğitim programına kendini bırakmaktadır.Böylece nefsini kırma,kendini görmeme ve kamil bir şahsiyete ulaşma yoluna girmektedir.
Bir mürşide bağlanmak ve kendine bir ahlak hocası belirlemek,onun tedrisine girmek özgür olmak içindir.Bu bağlanış birinin bir iple bir ağaca bağlanması gibi bir bağlılık değildir.Çünkü böylesi bir bağlılık kendi alanını daraltmak ve kendini güdükleştirmektir.İrfan yoluna giriş ve maneviyat önderlerine bağlanış zerrenin kendi varlığından geçip,okyanusa dalması ve umman olmasına benzemektedir.Su damlasının bulut olabilmek için kendi nefsinden geçip,eriyerek buhar olmayı kabul etmesi gibidir.Kendini gören,ilmine ve değerine güvenen kimse,ucb belasına düşmüş ve kibre kapılmıştır.Bundan kurtuluş tevazu,ilim ve irfan yolunun ufuk insanlarına tabi olmaktadır.İbn-i Sina bir seferinde, bir tarafı üçgen diğer tarafı küp gibi olan bir cismi,ilim sahiplerinden birisinin önüne atıp,ondan hacmini hesaplamasını ister.Amacı kendi ilmini göstermek,onu zor duruma sokmaktır.Bu alim ve mutasavvıf zat ise onun önüne bir ahlak kitabı atıp; 'Sen önce ahlakını düzelt.Ben ondan sonra bu cismin hacmini hesaplarım.'der.Görüldüğü gibi önemli olan ilim sahibi olmak değildir.Onu yaşamak ve hal sahibi olmaktır.Öyle büyük islam alimleri vardır ki,koca koca külliyatları kaleme aldıktan sonra,kalplerindeki problemleri çözmek için, yaşları ilerlemiş olmasına rağmen tasavvuf ehli alimlerin tedrisine girmiş ve onların rehberliğinde nefis tezkiyesi uygulamışlardır.

Ekollerin Ortaya Çıkışı

Asr-ı saadetin sona ermesinden ve Raşid halifeler döneminin bitmesinden sonra gelen fitneler dönemi İslam alemine büyük darbeler indirmiştir.Farklı fırkaların ortaya çıkması, bidat ehlinin çığırtkanlıkları,yaşanan kargaşalar,savaşlar,elde edilen dünyalıklar ve işlenen cinayetler büyük yıkımlara sebep vermiştir.Bu durum karşısında hamiyet sahibi İslam alimleri gayrete gelmişler ve İslami değerleri korumaya çalışmışlardır.Herbirisi farklı bir alana el atmış ve farklı ekoller meydana getirmişlerdir.Hadisleri toplayıp,uydurma olanları ayıran ve sahih olanları belirleyen hadis ekolü,yaşanan itikadi problemleri çözmek için kelam ekolü ve fıkhi problemlere cevap vermek için fıkıh ekolü doğmuştur.Peygamberimizin(s.a.v.) hayatını ve yaşanan olayları yazan tarihçiler ise,İslam tarih ve siret ilminin temellerini atmışlardır.Tefsir ,hadis ve fıkha dair usul ilimleri de bu arada gelişmiştir.
Efendimizin (s.a.v.) zamanında bu ekollerin hiç birisi ortaya çıkmamıştı.Fakat bunlar öz olarak,çekirdek olarak Peygamberimizin(a.s.) şahsiyetinde toplanmışlardı.O gelen her türlü problemi çözen tek merci idi.Ondan sonra ise,sahabelerden ilimde ileri seviyede olan müçtehid sahabeler, bu ilimlerden pek çoğunu şahıslarında barındırıyorlardı.Onlardan sonra ise büyük mezhep imamları bu işi üzerlerine aldılar ve kendi ekollerini geliştirdiler.İslamın irfani ve tasavvufi boyutuna ait ilimler de bu dönemde aynı sebeplerden dolayı ekolleşme yoluna girdi.İlk mutasavvıflar ortaya çıkmaya başladılar.Her ilim dalında olduğu gibi,irfan ve ahlak ilminde de özel terimler ve kavramlar oluşturuldu.Bir ilim dalı olarak tasavvuf ilmi de böylece doğmuş oldu.Günümüze kadar gelişe gelişe gelen bu ekol hala canlılığını korumakta ve İslamın yayılmasında diğer ekollere göre daha başarılı hizmet vermektedir.Çünkü direkt olarak insan ruhunun merkezi olan kalple ilgilenmekte ve insanı insan yapan imani,ahlaki ve irfani değerler ile uğraşmaktadır.
Anadolu'nun,Balkanların.Rumeli'nin,Uzakdoğu ve Afrika'nın İslamlaşmasında tasavvuf ehli insanların katkıları çok büyüktür.Bu coğrafyalara yayılan dervişler, ahlaki üstünlükleri ve sahip oldukları manevi hayat ile insanları etkilemişler,onların kalplerini İslam'a ısındırmışlardır.Böylece oralarda da İslamiyet yayılabilmiştir.İslam toplumu içinde ise,müslümanların yozlaşmasına,dünyevileşmesine karşı siper ve Asr-ı saadet özlemi duyanlara bir sığınak olmuşlardır....
.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder